"Senin en büyük hatan bu işte Mr. Golightly; hep vahşi şeyleri seviyorsun. Vahşi şeyler, ihtiyacı oldukları güce ulaşınca uçup giderler."
diye, karakterinin ilk ipuçlarını veriyor genç ve güzel Holy. Belli ki elde tutulamayan, ancak göz ile sevilen bir tür olduğunu düşünüyor ve aşağıdaki replikten de anlaşılacağı gibi, öyle olmak da istiyor:
Paul: Seni seviyorum.
Holly: Ne olmuş yani?
Paul: Daha ne olsun. Seni seviyorum; bana aitsin!
Holly: Hayır. İnsanlar birbirlerine ait olmazlar.
Paul: Elbette olurlar.
Holly: Kimse beni kafese koyamaz.
Paul: Kafese koymak mı? Ben seni sevmek istiyorum.
Holly: Aynı şey!
Paul: Hayır; alakası yok.
Sevmekten sevmeye de fark oluyor değil mi gerçekten? Kimisi gözüyle uzaktan; kimisi ruhuyla derinden, kimisi de elleriyle sıkarak seviyor. Holly, belli ki gözüyle sevilmek istiyor. Gerçekten bazı insanların kanatları tek kişilik oluyor. Bir başkasına daha yer olamayacak kadar hafif ve narin. Kırılgan oluyor en derininde bu türün örnekleri. Ya da belki de yaralı da üstünü kapatıyor tüyleri. Fakat onların bilinen değişmeyen gerçekleri, hiçbir şeyle değişemedikleri özgürlükleri... Biricik varolma biçimleri...
Ya da filmin jönü Paul'ün Holly'yi suçladığı gibi, onlar sadece birer korkak! Onların görmek istemediği, "şu hayatın gerçekleri!" Çünkü o kadar basit ve yalın ki hayat bir koyveriversen... bir bırakıversen göreceksin "insanlar aşık olurlar ve birbirlerine ait olmadan yaşayamazlar", zaten. İnsan denen varlığın özü yaban değil, ehil olmaya müsait değil mi hakikaten. Çünkü yabanlık yalızlıktan geliyor; yalnızlık da insanın varoluş kimyasına hiç uymuyor. Kimya karışık malum; tüm bunları çözecek, o formülleri kara tahtaya tek tek yazacak bir can yoldaşına ihtiyaç var. Kara tahta ise, malum senin ayna..! ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder