20 Ağustos 2011 Cumartesi

The Visitor



Senaryo, Yönetmen Thomas McCarthy, 2007 yapımı bir film.


Amerika'daki göçmen hayatına kısa bir bakış... Aynı zamanda, hayata (bir anlamda) küsmüş bir adamın, yeniden yaşama göz kırpışı; uzun süre karlar altında kalan kardelenin yeniden filiz vermesi gibi...


Yargı ve irdeleme yok... Kasavet ve buhur da...


Giriş-gelişme-sonuç yok...


Tanıklık var sadece... Biz yaşarken, başka hayatlar da kendilerini yaşar ve bazen biz tesadüfen onların hayatına tanıklık ederiz ya hani; kapısını açık unutan birisinin evinin önünden geçerken içeriye şöyle bir bakıvermek gibi...


Severim böyle filmleri... Söylemeden anlatanları, hatta anlatmadan sadece gösterenleri... İşte bu film de onlardan biri...

"The Visitor" Devamını oku

19 Ağustos 2011 Cuma

Bir Şiir

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.
Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.
Bir limanda, büyük ve beyaz...
Mercan adalarda bir liman..
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.
Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.
Konsa rüya dolu köşkümün
Çiçekli dalına serçeler.
Renklerle çözülse geceler,
Nar bahçelerinde geçse gün.
Her gün aheste mavnaların
Görsem açıktan geçişini
Ve her akşam dizilişini
Ufukta mermer adaların.
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,
İller, göller, kıtalar aşmak.
Ne hoş deniz deniz dolaşmak
Düşünceler gibi başıboş.
Versem kendimi bütün bütün
Bir yelkenli olup engine;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.


ORHAN VELİ KANIK



Yazarın Notu:


Bir şiir, yalnızca bir şiir ne kadar da güzel anlatıyor bütün bir halet-i ruhiyeyi... Günlerdir dilimde tuz tadı, denizin tuzu... Gözlerim güneşe doymadı.. Kıstım da ondan mıydı? Ya güneşte yanan tenim..? Hala hafif sızısını özlerim.. En çok da gördüklerim.. Sarı, sıcak bir yaz; mavi, yeşil, beyaz... Ne telaş, ne tantana; varsa yoksa doğa... Beklentisiz bir mevcudiyet, sualsiz bir teslimiyet... Koyversemm, diye geçiriyorken içimden... ah şu zaman... keşke sen de biraz tatil yapsan...


Orhan Veli'nin şiiri, bu gece size iyi geceler desin... Serin bir yaz akşamı gibi, içiniz ferah, kalbiniz sıcak, neşeniz bol olsun...
"Bir Şiir" Devamını oku

16 Ağustos 2011 Salı

Bazı Ruhlar Birbirine Benzer



Hissedersin... Tanımasan da, görmesen de bazen bilirsin... Yakın hissedersin; sanki o kişi senin çocukluğunu biliyormuş gibi... Bir de tahmin edersin onu; sanki huyuna suyuna ermişsin gibi... Garip değildir kanımca bunların hiçbiri; metafizik veya gaipten de değildir.


Basittir sadece.


Ruhlar birbirini tanır.


İnsanın insanı tanıması, dedikleri gibi belki de bir ömür sürer. Çünkü insan dediğin katman katmandır. Derisi kalındır. En transparan yeri, gözleridir. Buna rağmen, beridekinin gözünün içine bakan insan bile bazen yanılır. Ama ruh öyle mi? O şıp diye anlar; gelmişinden geçmişinden değil, taaaa özünden yakalar beridekini. İlk bakışta aşık olması da bundandır. İlk bakışta tanıdığından, kendine eş saydığından...


Peki bu eş sayılan kişi, ruh-eşi midir ki?


............................................................................


Her aşk, o zaman bilmesen de, ya ruhuna eştir; ya da ruhunun geçeceği geçittir.


Ruhun ya beşiktedir; ya eşiktedir.


Öyle ya da böyle;


Aşk hep değiştirir...


"Bazı Ruhlar Birbirine Benzer" Devamını oku

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Televizyona Çıktım!



Caddebostan sahilinde her zamanki sabah yürüyüşlerimden biriydi... Üstelik bu defa bayağı erkenciydim de... Altımda şortum, üstümde beyaz t-shirtüm, tepeden tutturduğum dağınık saçlarım ve üstümdeki dünden kalma deniz kokumla perzasızca yürümedeydim... Yine her zamanki gibi bir yandan beynimin bir tarafı serbest çağrışım yakın tarihte duyduğu sözleri yerli yersiz yankılıyor, renkleri anımsatıyor ve duyguları titreştiriyorken, diğer bir tarafı bana denizi izleyen yalnız bir martıyı gösteriyor, böyle melankolik duruşlar insana mahsus martı kardeş diye şakalar yaptırıyor, sonra bir de ooooohhhh denizi koklatıyor vs. vs. İlave olarak; beynimin bir başka tarafı da bana arada sufle veriyor: "hadi artık biraz güzel şeyler düşün, hayal mayal kur, güne güzel başla!"


İşte ben tam bu iki arada bi derede hallerimden birindeyken, bir kadın muhabirin aynı benim gibi yürüyüş yapan bir kadına, arkasında kameraman arkadaşı ile birlikte mikrofonu doğrulttuğunu gördüm. Hemen güneş gözlüklerimi gözüme taktım ve göz ucuyla baktım o yana doğru. Uzaklaşırken oyuncu beynim hemen girdi araya, "peki sana sorsalar sen ne derdin?" diye sordu. Ben de, çelişkilerimi ve o güzel hayallerimi bir kenara koyup bunu düşünmeye başladım. Verdiğim cevaplar, sade, net ve tatmin ediciydi doğrusu.


Yürüdüm, düşündüm, düşündüm, yürüdüm. Arada dalga geçti beynim yine; "o kadar düşündün, şimdi yeniden görmeyesin" diye...


Korktuğum başıma geldi. Ya da şom zihnimin oyununa geldim. Ya da her neyse... Fakat yakalandım artık bir kere...


Dersime çalışmıştım ama sırası mıydı yine de şimdi. Zaten bu kafası karışık kızın düşündüklerini bir baloncuğa sığdırması beklenemezdi; ayak üstü felsefe yapmak da abesti... O yüzden bu kız da üfürdü, tüm düşünce baharatlarından birer tutam, öteki muhabir kızın suratına doğru... Kız öksürdü... Bizim kız kıkırdadı...


Ne de olsa televizyona çıkmıştı! Ama sormadı bile hangi kanal diye orası ayrı. Sadece televizyon oyunu neşeliydi ve oracıkta da bitti. Zaten Andy Warhol da dememiş miydi: "Bir gün herkes 15 dakikalığına televizyona .çıkacak" diye... Büyütmeye gerek yok işte... Hem de hiçbir şeyi...


Fakat asıl şu beyin meselesi... Yani beyni terbiye etmek; etmeye çalışmak, gerçekten de nafile mi..?


***Herkes cevabı kendisine versin; sonra oturup bir de falına baksın :)

"Televizyona Çıktım!" Devamını oku

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Mutevazilga Ovgu

İnsanoglu iste... Cindy Crawford misali "ben"leriyle ne yapacagini bir turlu bilemiyor :) O kadar cok "ben"i var ki... Kalkan tek kasinin ustunde, dudaginin kenarindaki hafif kivrimda, estirdigi her yalan ruzgarinda ve "ben" sandigi her yerde'ler. Her tenezzulune, merci'lerine ve daha fark etmedigi binlerce haline yapismis uyduruk "ben"ler... Rollerine hapsolmus kimlikler; sadece mavi ya da pembe nufus cuzdanlarindan ibaret gibiler... Hapishaneleri dayali doseli, konforlari da muazzam ustelik... Ah su altin kafesin icindeki bulbuller...

Oysa insanoglu denen mahlukat da, yarattigi onca role ragmen, etten kemikten degil mi? Dogadan geldi, yine dogaya donmeyecek mi? Doga ise ne kadar sevecen ve basit, degil mi ki? Hatta doganin kanunlari bile yok; onu da biz uydurmadik mi; anladigimiz dile cevirdik bir sekilde..

İste boyle dusununce.. annelik, babalik, is adamligi, asmis insanlik, entellik dantellik, yalandan sanatcilik, zenginlik, avukatlik.. gibi toplumun buldugu, kimi zaman dayattigi roller, hic de muhim degiller...

Cunku insani ozunde roller degil, gercek ihya eder; ve genel olarak da zaten insani hep basit seyler mutlu eder!

Sunlari bulbule sorsaniz acaba bulbul ne der? Sevgili bulbul, sesin mi guzel, kafesin mi? Tahtin mi rahat evin mi?

"Mutevazilga Ovgu" Devamını oku

7 Ağustos 2011 Pazar

Boutique

Bu tanimin hayatimiza girmesi, Onceden kucuk semtlerde kose baslarinda rastladigimiz kucuk dukkanlar ile oldu. Bu dukkanlarin İclerinde degisik urunler bulabilirdiniz. Zaten Fransizcadan tureyen bu kelimenin anlami da sus esyasi ve giysi satan kucuk, elit dukkanlar demek degil mi?

Fakat Simdilerde bu bir sifat artik. Oyle yerli yersiz her seye kullanilan tanimlayici bir joker eni konu. O da ici bosalan kelimelerden artik; motivasyon, kendini gerceklestirme, olumlu dusunmek gibi... Lutfen Benim adima hepsine birden evrenden bir msj yolla; fazla uzun olmasin ama, kib optm bye yeterli bence :)

Velhasil; bu gercek degil, sadece bir moda biliyoruz; o yuzden fazla ciddiye almiyoruz. Fakat piyasa oyle demiyor; cunku o kurtlar, insanlarin modayi takip etmeyi sevdiklerini cok iyi biliyor. İsin tuhafi bo moda, sitil sahibi bir moda da degil, en cok satanlar modasi. Herkese hitap ediyor; tum ihtiyaclari karsiliyor. Dedim de, aklima birsey daha geldi.. Durun onu diyeyim :)

Su 5 yildizli, olmadi 7 yildizli oteller mesela.. Her sey dahiller; biz sizin adiniza herseyi dusundukler, colugunuzla cocugunuzla kalkin gelinler.. Hepsi de Truman Show'dan farkli degiller. Tek farki, belki de gonullu olmasi.. Gonullu toplama kampi da diyebiliriz biraz ileri gidersek.. American style eglence tarzi.. Sevecen, beklentisiz, ucuz ve bol! Fakat tek kelimeyle standart!

İyi de kotu birsey mi standart olmasi, diyebilirsiniz. Fakat o zaman bu Oya kizi size sorar; herkes herkesle anlasabilir mi? Peki siz herseyi sevebilir misiniz? Hayir, degil mi? Ancak idare edebilirsiniz belki.

Demek ki; herkesin o poposunun rahati ugruna kendine has olan o biricik zevk ve beklentilerinden vazgectigi, bu yuzden herkesin herkese benzedigi o ruya oteller, gercekten de sadece bir ruya belki.. İt's not real aabi..!

Cunku, ozelliksiz, zevksiz ve kalitesiz.. Tipki secimler gibi; oylesine yasanan hayatlar gibi.. Oysa ki, ne lukse ihtiyacimiz var, ne de bir standarta kavusmaya.. İnsani en cok mutlu eden seyler basit aslinda; sirasiyla: ask, sevgi, doga! İste sizde bu hisleri uyandiracak, sizi dogaya yaklastiracak ne varsa pesinden kosun. Estetik, sanat, agac, bahce her neyse...

Yasasin butik yasam tarzi!

"Boutique" Devamını oku

4 Ağustos 2011 Perşembe

Dört Film Birden!



Merak etmeyin; izlemeyeceğim. Satın aldım diyecektim. Yine aynı umutla, aynı umutlu bakışlarla sorarak: "tavsiye edebileceğiniz güzel filmler var mı acaba?" ve ekleyerek: "malum hava sıcak, çok ağır filmler olmasın" sanki yiycem filmleri :) ama susmuyorum devam ediyorum: "böyle ilham verici olsun; ödüllü de olabilir" çünkü ben hala hayatımın filmini izlemedim; bir umutla onu arıyorum da ondan bu çaba.


Bir de işin özünde, ben tavsiye almayı severim işin ehlinden, güvenmek isterim ona. Güvenimin boşa çıktığı çok zamanlara da şahit olmuşumdur bu küçük oyunum yüzünden. Bunlardan en acılısı kuaför vakalarıdır. Bir insan evladı olarak girersin önce kuaföre; fakat bir kuşa da dönüşebilirsin, bir aslana da nihayetinde :) bilemezsin... Kendini kuaföre emanet ettiğinde, neye dönüşeceğini hiçbir zaman önceden kestiremezsin. 80'ler ruhun da canlanabilir, içinde ergen ruhun da; ya da modanın soykırımına uğramıssındır. Fakat en kötüsü, dönülmez akşamın ufkundasındır artık.


Vakiiiiiiit çoooooookkkk - - - geeeeççç! Aman üzülme kökü sende :) bunu da söyleyen olmasa... ki olmasın bence de zaten. O kökün uzaması nerdeyse 1 sene. Yani kaç bahar ayında o saçlarını dilediğince savuramayacaksın, kaç kış ayında bere yakışmayacak, kaç sonbahar ayında hüzünlenirken aynada kendini komik bulacaksın ve kaç yaz ayında denizden çıktığında ıslak bir sıçana dönüşeceksin kimbilir... Söyleyin bu kızın hayallerini kim verebilir?


Konudan konuya atladık; nerden geldik buraya? Ben film diyordum en son, 4 film birden!


Ne mi aldım: 1. Emotional Arithmetic

2. The Visitor

3. Le Concert (Paris'te Son Konser)

4. Loft (Çatıkatı)


İzleyip görelim; yorumlarımızı bilahare paylaşalım.


PS: ben küçükken "Uykudan Önce" programı vardı. Onu izleyip yüzümüzde gülücüklerle yatağa girerdik. Şimdi, iyi şeyler düşündürücü ve mutlu edici bir kitaptan birkaç sayfa okumak aldı, o alışkanlığın yerini. Yatmadan önce kitaplarım, diyorum ben bu tür kitaplara. Çünkü gün içinde okuduğum kitaplar farklı oluyor (ve en az 2 tane)


Uyku vakti... Nerde kitabım..?
"Dört Film Birden!" Devamını oku

1 Ağustos 2011 Pazartesi

The Social Network



Evet, bu ara dvd alemlerindeyiz. Fikirler ediniyor, yeni fikirler ekiyor, üstüne bir de bunları paylaşarak çoğaltıyoruz. Amacımız aynı; saçlarımızda savurmak istiyoruz yine o güzel kokulu ilham rüzgarını.. İngilizcede -re ile başlayan sözcükler gibiyiz; ya da onlardan olmak ister gibi bir halimiz var: renew, recover, remove, reset... kulağa hoş gelenlerden...

Filme dönecek olursak... Bu bir girişimcinin hikayesi özünde. Bilmeyenler için (ki hala kaldıysa), Facebook'un yaratıcısı Mark Zuckerberg'in Facebook'u yaratım sürecinin öyküsü. Sloganı ise; "you don't get to 500 milion friends without making a few enemies." Yani; "birkaç düşman edinmeden 500 milyon arkadaş kazanamazsınız." Doğru; kim inkar edebilir ki... Başarının kıskanıldığı ve herşeyin mutlaka bir zıddının olduğu bir gezegende yaşıyorsak, bu yorumu yapmak, yeni birşey söylemek olmaz zaten. Bu sebeple şimdi ben birkaç yeni birşey söylemek istiyorum izin verirseniz :)

Gerçek hayatta gördüğüm veya bir şekilde fikir sahibi olduğum girişimcilerin hayatına baktığımda, yollar, amaçlar ve kültürler çok farklı olsa da, bazı temel şeylerin hep aynı olduğunu gözlemliyorum. Ne gibi mi? Mesela adanmışlık... Girişimcilerin tamamı, kendilerini projelerine gönülden adıyorlar. Gönülden adamak, bildiginiz istemekten oldukça farklı. Bir kere gönülden isteyen insan, projesini bir rüya gibi yaşıyor. Hani rüyada her şey bir yandan olası gelir ve biz de bir yandan meydana gelen o saçma şeyler için "bunlar gerçek hayatta olmaz ki" demeyiz ya... ve yine o rüyada çok koşsak da yorulmayız mesela... hatta rüya (proje) bitip de uyandığımızda kendimizi dinlenmiş hissederiz. Neden mi? Çünkü artık doğurmuşuzdur. Bizim canımızdan, enerjimizden, emeğimizden ve düşlerimizden bir bebek dünyaya gelmiştir. Her doğum bir mucizedir ya, her bir gerçekleşen düş de öyledir işte... Ve doğum yapan kadın gibi biz de artık huzurlu ve duyguluyuzdur. Bir de çoğalmışızdır. Bir nevi annelik duygusu kabarır içimizde bebek projeye karşı...

Böyle bir bağ vardır girişimci ve projesi arasında. O birçok şeyi peşinen göze almıştır ve hatta gözden çıkarmıştır da. İstenmeyen çalışmaları bir bir yapar, hatta uykusuz kalır. Odaklanmıştır. Hatta öyle odaklanmıştır ki; çocukken yaptığumız merceği güneş ışığında kağıda tutmak ve onu tutuştumak an meselesidir.

Bir de o, inananlardandır. Kimse inanmasa da kendi biricik düş'üne sahip çıkanlardandır. Bu yüzden risk alır. Hem de seve seve; feda olsun diye diye... Feda ede ede gözü kararır; gözünü karartır girişimci. Feda etmek, göz doyurur, göz tokluğu yaratır hem de. Gözü tok olanın, boş vaatlere karnı da tok olur böylece.

O değer biçmez düşüne; bu yüzden pazarlık etmez. Düşünü yaşar, düşünü oynar; düşüyle yatıp kalkar. Fakat düşünü satmaz. Never!
"The Social Network" Devamını oku