Yine sessiz iklimindeydi; denizin "cezir" hali gibi suları çekilmişti kıyıdan.. İçinden konuşmak gelmedi; gelse de erteledi, öteledi.. Sanılmasın ki canı sıkkındı; bilakis dört düvelle sohbette, pür-i pak neşe içindeydi.. Kendine kaldığı zamanlarda ise dinlendi. Bol bol dinledi içinin sesini.. Dalgaların, deniz melteminin, cırcır böceklerinin sesini dinledi.. Şehir gürültüsünden usanmış kulaklarını, doğaya aşık gözlerini ve en çok da telaşla koşan aklını toğraga serdi. Güney denizinin iyotlu sularında serinledi. Üç kuşak sevdikleriyle muhabbet etti, güldü, neşelendi.. Geride kalanı düşündü; özledi..
Sonra yollara verdi kendini.. Otobüs penceresindeki manzarada gözleri mahmurlaştı, yavaş yavaş göz kapakları ile birleşti; uyudu. Giden mayhoş, kalan buruktu. Gittiğinde kavuşmak olmasa, gitmek hepten zordu.. Şu hayattaki çelişkisi, işte tam da buydu. Hem gitmek, hem kalmak bir kapta karışmazken, o hep bir var, bir yok'tu..
Çok şükür ki kavuştu.. Tüm evhamlarını havada bırakıp ayaklarını toğraga bastı. Bir kez daha risk altındaki faniliğine ve güvenli anlardaki dünyalığına şaştı. Sanki insan denen mahluk, en çok tehlike anında insanlığını hatırlardı..
Sardı, sarmalandı, pamuklara yatırıldı.. Yattığı yeri beğendi, kendini uzun uykulara verdi.. Ertesi gün çabucak geçiverdi. Akşam Ankara'dan bir dosta yeni pikesini serdi. Onun Trakya'dan getirdiği karpuzu ise 2 gün sonra kesti. O akşam tekrar doldurdu açıkta duran valizi; kontrol etti bu kez kendi hediyesini. Astı askıya hem sevdiğinin gömleğini, hem de kendi prenses elbisesini...
Tek unuttuğu davetiyeydi; onu da zaten evinde unuttuğu arkadaşı getirecekti. İzmir'e doğru yola koyuldu. Vizyondaki bir film ismi gibi "En Yakın Arkadaşı Evleniyor"du..
Civan Teyze'nin pansiyonuna yerleşti. Prenses elbisesini, topuklu dore ayakkabılarını giyindi, süslendi. Özge ve Serhat'a sarıldı, misket havası, damat halayı oynadı, zıpladı. Sabahında "bardacık" incir, "gevrek" simit aldı.
Tekrar yollardaydı.. Ve ertesi gün yine çabucak geçti.. Sanki İstanbul'da vakit daha bir nakitti.. Yapmayı düşündüğü pasta bile, bu akşama yetişmedi. Ama işte yine de birşeyler söylemek gerekti.. Halbuki Oya'nın her işi gönülden geçer; gönlü ise bir kabarır, bir inerdi.. Aynı Med-Cezir gibi...
İşte buydu suskunluğunun sebebi...
Doğuştan getirdiği, dalgalı meşrebiydi müsebbibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder